BİRİNCİ BÖLÜM
Gündüzün üstü, siyah örtülerle örtüldü. Gece olmuştu. Geç saatti. Sokak direğinin solgun sarı ışığının altında; Kürt Salih, Siirt’li Abdülbaki ve Sivri muhabbet ediyordu. Kürt Salih, geceleri rüyalarına giren, yeşil gözlü çingene kızını sevdiğini ama karşılık bulamadığını eğer kızı gözlerden uzak bir yerde yalnız yakalarsa; açıkça sevdiğini söyleyeceğini, parlak yeşil gözlerine baktığında mutlu olduğunu ve bu gözlerin mutlu bir yaşam müjdelediğini; ballandıra ballandıra anlatıyor; onunla yeni bir zamana gireceğini söylüyordu. Duvara sırtını vermiş Bafra sigarasını tüttüren Sivri:-”Boşuna heveslenme ya! Annen sana o kızı almaz.” – ”Neye almasın len? Kızın nesi var* Adamı tav etme. Siktir git.” Salih böyle bir ihtimali düşünmek istemiyordu besbelli. Siirt’li Abdülbaki de, çırak olduğu ayakkabı imalathanesinde rahat olmadığını, haftalığının yetmediğini, ustaların iş yaparken içki içtiğini, çalışmaktan ziyade horlanmasının kendini üzdüğünü küfürler ederek anlatıyordu. Bu küfürleri ustası duysa, sanırım Abdülbaki’yi ayakkabıya taban olarak çakardı. Sivri gamsız mıydı ne? Anlatılanları pek kazımıyordu. Biten sigarasını yere attı. Ayağıyla söndürdü. Ahmet Sezgin’in”Şu uzun gecenin gecesi olsam” türküsünü, mırıldanmaya başladı. Anlatılanlara ve geceye fon müziği yapıyordu sanki. Svri’nin sesi kadife gibi, inceden okşayıcıydı. Ben…Ben ise dinliyorum…Sokakta bizden başka kimseler yoktu. Karşı köşede Çomar, arka ayakları üzerine oturmuş, bize bakıyor, arada bir avlayıp hemen susuyordu. ”Kuçu, Kuçu!..” dedim. Gelir gibi yaptı sonra vazgeçti…Birkaç sokak ötede bağıran salep satıcısının sesi kulağımıza geliyordu ayaz gecenin içinden…Hava nemlendi, kırağı yağıyordu; üzerimizde ince buz billuru oluştu. Hava soğumuştu. Salep satıcısı gelir miydi? Gelse, cam bardakta tarçınlı salebi dudaklarım yanarcasına yudumlasam; sıcak bardağı avuçlarımın arasında tutsam, ellerimi ısıtsam…Uzun süre sokağa baktım. Neler olmuştu bu sokakta? Yolun taşları yağmur altında ıslandıklarında bile; taşlar arasından akan su, haberleri sokağın öbür ucundaki taşa götürüyordu. Her şeyi her taş ve herkes duyuyordu. Kunduracı Memet’in Hatiye’ye sevdasını, merdiven altında Savaş’ın Nercivan’ı kıstırmasını, Kürt Salih’in yeşil gözlü çingen kızıyla evlenmek istemesini, Siirt’li Dila’nın peşine takılan saçları limonla parlatılmış uzun boylu- mahallenin ismini öğrenemediği- adamı. Acayip! Ama ne! Anlatılanlar kalpten, güftesi yazılmış şarkı belki. Burada dekor drama hep uygundu. Sonra acının geçip, neşenin anlatıldığı repliklere de… Sokak lambası sönüyor. Kim tamir eder? Kore savaşında kafayı kıran Muzaffer mi? Saçları sıfır numara- uzun hatırlamam- koca elleriyle bizim evin elektrik lambasını tamir etmişti. Bizi aydınlatan fakat kendi içini bilemediğim. Direğin ucundaki çıplak ampul yalabık oldu. Dağılıyor gençler evlerine. Sarılıyorlar soğuk yorganlarına, bedenleri ısıtıyor döşekleriyle beraber geceyi…Sessizlik. Gerilere gittim. Tahta divanın kenarına sandalyeler dizer, divanı genişletirdik. Altımıza yorgan veya şilte atar, annemle yatardık. Annem, bazı geceler dua ettirirdi. Duadan sonra rahatlar içim sevinç dolu olarak anneme sırtımı verir yorgana sarılırdım. Ne olduğunu bilmediğim bir coşku ve huzur ile önümde ışıltılı bir yol görüyor gibi olurdum…Şimdi döşekler yere serilmiş. Ortak yataklara yatıyorduk. Kuzine tarafına yattım…….
KİTAP SATIŞ SİTELERİNDEN TEMİN EDİNİLEBİLİNİR