Yazar: Alaettin Coşkun Tür:
Puan

İKİZTEPELER MAHALLESİ
1994
Bana gel diyorsun da nasıl geleyim.Çaktım kendimi buralara. Karşılıklı oturup muhabbet etmek isterdim.Dertleşmek, sana buraları anlatmak isterdim. Olmadı.Hiç değilse; ben, buraları yazayım sana.
İkiz tepeler, Balçova’nın en güzel yeridir. Önü denize kadar açıktır. Hele sabahleyin esen serin rüzgarında;insanın yüzü, gönlü okşanıyor. İkiz tepeler Çeşme’ye giden yolun üstünde Üçkuyular’ı az geçtikten sonra… Karşılıklı iki tepe, sağdaki soluna göre alçak,çocukluğumda annemle Bahçelerarası’ndan hem şehri ziyaretinden gelirken papatya toplayıp Mezarlıkbaşı’ndaki evimize getirmiştim. Bu tepenin üstünden otoyol geçti. Soldaki tepenin bir kısmı üstünde apartmanlar yükseldi.
İkiztepeler mahallesi. Bizim mahallemiz. Bizim mahalle çukur mukur değildir insanı çok hayvanı yoktur.Ulan Pala seni hangi sınıfa soksam acaba? Bakkal dükkanının ön vitrinine tuvalet kağıtlarını ve kadın petlerini dolduruyor hep.Mahalle tam bir mahalle; insanların birbiriyle görüştüğü,komşuluk ilişkilerinin tavan yapmasa da iyi olduğu, kahveleri, camisi, bakkalları ile geleneklerin yaşatıldığı eski mahallelerin az değişmişi.Gençler arasında para toplayıp forma yaptırdık,halı saha maçları yapıyoruz.Ertan, Pako(Sinek), Kibrit Ali, Ayto, Adana Hüseyin,Bodrum Hüseyin, Göksel, Süleyman, Kamyon Hasan, Selim, Kemal, Yalçın, Mert, Eranyo, Tahsin, Gogo, Yahya, Tuncay, Gökhan, Hakan, Cenk.Duruşlarından, konuşmalarından, gülmelerinden, parlayan gözlerinden, bu genç insanların özleyişlerini hissediyorum. Benim bu gençlerle futbol oynamam kendimi genç hissedebilme duygusundan değil; salt spor yapmak. Babalarıyla yaşıtım, onları spor yapmaya davet ediyorum. Bazen bazı yerlere gidilse de, sonuçta bir birliktelik var. Spor beni de rahatlatıyor.Gecenin bir vakti yağlı boyoz almaya gittiğimiz, ton balığı konservesini bir ekmekle yiyen, arpa suyunu su gibi içen Ayto; sattığı sandalyeye 25 sene garanti veren Egenin emektarı Nail ustanın oğlu Ayto; sol ayak Ayto. Solla 90 a iyi goller yazıyor.Bu mahallede lunaparkta yapılan korku tünellerindeki efekt ve ışık oyunları içinde hilkat garibesi korkutucu siluetlere benzeyen tipler yoktu. Bir kaçı hariç, buradaki gençlere can simidine sarılır gibi sarılabilirsin.
Yalnız İbo, onun hamurunda bir hata vardı herhalde, istisnaydı. Olmadık bir hata yaptı. Dokuz on
yaşında, akıldan az noksan engelli bir çocuğa tecavüz etti. Veya etmek teşebbüsünde bulunmuştu. Bilemem! Bilmek de istemedim. Acı bir tiksinti duydum. Zevk ve ıstırap aynı derecede saçma şeyler gibi göründü. Babası ölmüştü. Annesi akıldan biraz hastaydı. Ablası kimsenin yüzüne bakamadı mahalleyi terk etti. İbo’da hapse girdi. Parlak, ışıltılı mavi gözleriyle yakışıklı, düzgün insan Ertan’ı özellikle anmak gerek. Top oynarken topu sahanın köşelerine götürür, oyunu sıkıştırırdı.,Can insan Hüseyin, bir ara Bodrum’a çalışmaya gittiğinden Bodrum Hüseyin derdik. İyi bilekleri var, futbol topuyla uyumlu, dans eder gibi, futbolu zevk veriyor, top ona yakışıyor. ”Mahallenin özeli ise Ayı Zafer. Göz Göz’ün amigosu. Ayı Zafer bir öykü, dramatik öykü. Anne babasını bir de ufak kız kardeşini trafik kazasında kaybettikten sonra miras kalan parayla kendini aştı, delice yaşamaya başladı. Araba aldı. Koca koca sarı kırmızı bez pankartlar yazdırıp içerde dışarıda oynanan her Göztepe maçına gitti. İkiztepe’den otobüslerle taraftar götürdü. Pankartları genelde açık tribünün
önüne astırırdı. Göztepe’ nin amigosu olmuştu. Yaşam tarzı, spor kulübüne göreydi. Onda fanatikliğin
ileri boyutu görülürdü. Aydınspor-Göztepe maçından dönerken, inek Aydınspor’un siyah beyaz forma renginden olduğu için ineği bıçaklamak istemiş…
Göztepe’yi yakından ilgilendiren, şampiyonluğu etkileyecek maçlara gider. Tribünde tek başına Oturur, Göztepe’ye tezahürat yapardı… Bir maçta devre arasında sırtında Göztepe bayrağı olduğu halde, nasıl girdiyse, saha içine giriyor. Santra yuvarlığına oturuyor…
Burada yediği dayağı gülerek anlatabiliyordu. Her akşam içerdi. Hazır para bitince; evin, iki erkek
kardeşten kalan hakkını sattı. Bu paranın da altından girdi üstünden çıktı. Hiçbir şeyi kalmamıştı. Evin bahçesinde, bir insanın ancak oturarak kalabileceği bir yerde kalmaya başladı. Artık onun ini orasıydı. Muhasebeciliği bildiği halde yapmadı. Bu arada babadan kalan muhasebe bürosu da batmıştı. Sinyale çıkmaya başladı. Tanıdıklardan para isterdi. Hiç yıkanmazdı. Bir sefer hamama zorlu götürdüler. Pislikten mi içkiden mi neden bilinmez ayakları yara oldu. Ayı Zafer’in muhabbeti sıkmazdı. Güldürürdü insanı. Anlatacak şeyi çoktu. En son ininin önünde gördüm. Toplanan çocuklara bir şeyler anlatıyor, çocukları kahkahaya boğuyordu.” Bakkal Pala Mehmet, bakkal dükkanını emekli başçavuş Salih abiye devretti. Daha sonra dükkanı Satılmış aldı. Satılmış esnaf adamdı. Sabah dükkan açılmadan; fırıncı, açık olarak bir kasa içinde ekmekleri koyar; kediler, sıcak ekmekleri koklayarak kalite kontrol yapardı. Dükkanın güneş aldığı vakitlerde vitrinin önüne oturur, pis çorabının üstünden mantarlı parmak aralarını eliyle, zevk alarak kaşır, o ara biri gelip ekmek istese, o elle ekmeği camekanın içinden tutup verirdi. Arda’nın sevdiği kız, bakkalın karşısındaydı.Bakkalın yan vitrinine arabayı çekip, kızın perdeyi açmasını beklerdi. Kızın kedisiyle ilgilenir, kediyi olaya köprü yapardı.
Ramazan ayında Yalçının kahvede oturuyor bilardo,kağıt, okey oynuyoruz. Kömür sobasının üstün
de ekmek kızartıp, çay içiyor, sahuru yapıp eve gidiyoruz.Şey! Bi de Demirci İrfan, İspanyol paça pantolonu,canlı renkli gömlekleri ve takım elbiseleriyle ayrı insan, ayrı bir renk. İyi komşum.Bizim mahalle çukur mukur değildir, insanı çok hayvanı yoktur.Adana Hüseyin, doğru sözü sever, futbol oynarken iddialı, inatçı.Soldaki tepenin üstündeki Kanat Apartmanında Göksel oturuyor. Göksel üniversiteye gidiyor, akıl yürütmeleri iyi, diğerleri gibi onun da muhabbeti hoş.Nedense topçu ile futbolcu kelimeleri farklı anlamlar taşır diyor.
Kamyon Hasan’ın 140 TM BMC kamyonu kum çeker. ‘ Bu kamyonun tekerleri öpülür’ deyip bazan
öptüren, öpmezsen hafiften kızan Hasan. Bu kamyonla sahile gezmeye gittik biliyon mu? Şoför mahalline sekiz kişi bindik. Kalanlar kasaya. Eranyo da mazotunu almış, dalgalı gerilimiyle ‘ Zaman var fakat çok kısa yavrum’ veciz sözünü tekrarlıyordu. Süleyman’ın Reno marka kum beji binek arabasıyla da çok gezmiş, içinde çok muhabbetler yapmışızdır.Süleyman, yağız delikanlı… Kötülük nedir bilen fakat iyilik dışında bir şey yapamayan can insan.İki kardeş Mehmet ve Fatih, babaları Kosova’dan gelmiş. Hemşehrim yani. Mahallemizin Galatasaray’lı iki genci. Kalbleri güneş kadar aydınlık ve sıcak. Sırası gelmişken söyleyeyim: Sadece ben Fenerbahçe’liyim.
Biraz da Göztepe’li var. En iyi Göz göz’lü Ertan.Bu mahallede her şey var; acı, sevinç, sevda; bu mahallede, hayat var. Hava yağmurlu, yine de akşam dokuz- on halı saha maçımızı yapıcaz.Görüşmek dileğiyle.
OSMAN VE DUYGU
Dünyayı içine alan insan kalbi bir o kadar da sevgiyi taşıyabilirdi. Duygu’nun kalbi de lise ikinci sınıfta öyle sevdi ki; çevresinde, deprem etkisi yaptı.Bilgisayar programcılığı dersine gelen öğretmenine tutuldu. Öğretmeni de besbelli onu sevmişti.Sevmek, aslında geniş manaları içinde barındıran mastardı. Şahısları doğrudan etkiliyor. Zamirle birlikte yazılsa yeridir. Ben sevdim sen sevdin o sevdi siz sevdiniz onlar sevdiler. Herkesi içine alıyor. Sevmeden yapamazdı insan. Kerem Aslı’sını Ferhat Şirin’ini Mecnun Leyla’sını arar. Mecnun, Leyla’nın o kara gözlerini sevmişti, kara saçlarıyla beraber. Sevmek kendi bildiğinden şaşmamaktı. Topluma uymaya çalışmamak, teslim olmamak asla boyun eğmemekti. Delilikti. Yanlış yolda olduğunu söyleyenleri, dinlemeden sevmek, inadına sevmek;
Aşk buydu. En zor olan aşkı gizlemekti. Osman için belki olmayabilir lakin Duygu’nun işi zordu.Duygu lise sona gelince, sözleşmeli öğretmen olan Osman, Duygu okulunu rahat bitirsin fazla laf olmasın diye sözleşmesini yinelemedi, okuldan ayrıldı. Duygu Üniversite sınavına hazırlanmaya başladı. Oman’la birlikte ders çalışmaya gidiyordu. Bu da gizli kalmadı. Müdür yardımcı ve rehberlik hocası, Duygu’yu defalarca odalarına çekip, nasihat verdiler, davul bile dengi dengine dediler. Yoksa artık buluşmaları da mı olmayacaktı? Aşk engel tanır mı? Her gün müdür yardımcısının odasına gitmek rehberlik hocasından öğütler dinlemek neyi değiştirecekti? Bu sıkıntılar içinde lise bitti. Duygu, büyük hatayı Sevgi yolunda randevu verdiğinde yaptı. Babası onları gördü. Olanlar oldu.Eve kapattı. Cep telefonunu da aldı. Odaya hapsetti. Odadan çıkmasını yasakladı. Dayak da cabası oldu. Duygu’nun aşkından tereddüdü yoktu. Sevmek; utanılacak, başını öne eğdirecek bir şey olmayıp ömür boyu kalbinde taşınacak en güzel duygusu ve onu mutlu edecek yüküydü. Gözleri, gündüz bile yaşla doluyordu. Baba! Ne kadar acayip. Ne işe yarardı? Bilemedi.
Fırsatını bulup bir ara çalıştığı konfeksiyoncuya giderek, çalıştığından arda kalan parayı aldı. Hemen cep telefonu satın aldı ve Osman’ı aradı. Nasıl ise öyle gidecekti; oyalanmadan. Osman’dan gelen şans güllerini takıp gidecekti. İki gönül birbirine koştu. Vakit geç olmadan düğün hazırlıklarına başladılar.Duygu’nun, anne- babası, düğün hazırlıklarında,alışverişte, tatsızlık çıkardı. Evlerini kaynanası döşedi.Her şeyi Duygu’nun istediği doğrultusunda yaptı.Düğünlerine, Osman’la aynı binada oturan okul müdürü de geldi. Düğün güzel oldu.Birbirlerine saygılı ve sevgiliydiler.Osman da çalıştığı bilgisayar mağazasından ayrılıp kendi dükkanını açtı. Mesleğini yapıyor, evinin geçimini temin ediyordu. Çok geçmeden, kız çocukları dünyaya geldi.En güzel hayallerinin baharı olan çocukları Özüm, saadetlerini artırıyor, onları fazlaca mutlu ediyordu.Duygu’nun anne-babası torunlarını dokuz ay sonra gördü. Çünkü düğün alışverişinde çıkan anlaşmazlık devam ediyordu.
Özüm, şu an üç yaşında.İki sevgili her sabah kalblerinin sevinci içinde,hayat dolu neşelerini hissederek kalkıyor.”Size bahar sabahının sevincini dilerim” Duygu yaşananları şöyle dillendiriyordu : – Her şey bir kenara, biz zaman tünelinin sonsuzluğun da en güzel sevgiyi paylaşıyoruz. Her uçurumun kenarın da birlikte meydan okuyoruz rüzgara. Ve gökyüzünden birer yıldız çalıp ışık yaptık geleceğimize. Kimseyi dinlemeden,kimsenin sözüne aldırış etmeden, bu güzel evliliğin meyvesi ile hala tüm zorluklara meydan okuyoruz.
SEHER
Hicran, hüzün dağlarında yetişen diken kadar
yakıcıdır. Unutulmayacak, canın- kanın insanlardan
ayrılmaya mecbur kaldığında, o diken acıtmaya başlar.
Bundan sonrası anmaktır.
Anmak, gönül dağındaki gül kadar güzeldir. O
gülün kokusu, içinize hüzünlü ferahlık verir.
Sevdiklerinize kavuşamayacağınızı bilerek ayrılmak
sadece göz yaşıdır. Göz pınarlarınız sele dönüşür.
Ağlamak…Ağlamak. Buradaki sevgi; şiddetli bir
muhabbet olan, aşktır. Ölçüsü olmayan bir sevgi ile
bağlı olduğunuz canınız insanlardan ayrılırken, bu aşk
merhamete dönüşür. Törpüler, ufalar sizi; bilirsiniz ki
artık sizde kalan hasret ve hüzündür. En sonrası anmak
ve ağlamaktır.
Seher, Kosova’nın tarihi şehri Prizren’de yaşamaktaydı.
Bu şehirde hissederek neler görmüştü. Acı,
kan, korku, kaygı.
Her Balkan insanı gibi ya da bizim Kosovalılardan
özellikle Türk olanlar, Türkiye’ye özlemle birlikte
sevgi duyarlar. Seher, sevdiği ülkeye gelmişti. İzmir’in
eskiden çok lüks sayılan semtlerinden Hatay’ın arkalarında
bir apartmanın alt katına -lakin İzmir körfezini
görmekteydi- umutlarıyla, heyecanlarıyla, kalbindeki
andaçlarla, anımsayıp ağlayacaklarıyla, savaş yıllarından
(1993) sonra İzmir’e gelin gelmişti.
Hemşehrisi Recep, Prizren’e gittiğinde düğünde
görmüştü onu. Recep’in hanımı vefat etmişti. İki kızını
annesi büyütmüştü. Büyük kızı Almanya’ya gelin gitti.
Ufak kızı yanındaydı. Emekli olmuştu. Seher’i kendine
uygun buldu, eş olarak aldı.
Recep iyi insandı. Evine düşkündü. Rakı içtiği
bazı akşamlar akan bal gibi bir yere yamulurdu. Hırgürü
yoktu. Seher’in, aynı evde yaşamak zorunda kaldığı
yaşlı kayınbabası ise, karısının ölümünden sonra
biraz unutkan olmuştu; olmadık laflar sokar, Seher’in
içine bungunluk düşürürdü. Seher, her insan gibi geçmiş
ve gelecek zaman arasında sıkışmıştı.
Yine de dik durur, günlerini geçirmeye çalışırdı.
Memleketi dağların ardında kalmıştı, ona yol vermezlerdi
artık. Evlendiği için emniyet müdürlüğüne dilekçe
vermiş ve Türk vatandaşı olacağını belirtmişti. Hayalleriyle
geniş, yaşantısıyla dar zamanlara gelmişti. O
da buralarda bir kültür oldu. Kosova’nın sıcak insanının
sıcaklığını yansıttı. Meşhur böreğini yaparak komşularına
dağıttı. Çok geçmedi tombili bir erkek çocuğu
oldu.
Yıllar sonra, kocasıyla, doğduğu memleketine
gitti. Özlem giderecek, Şadırvan’dan kana- kana su
içecekti. Kız kardeşi çok hastalanmıştı. Her gün hastaneye
ziyaretine gitti. Sayılı günler çabuk geçmişti, dönüş
günü geldi. Otobüsü kalkmadan önce kardeşine
son kez gitti; fakat kardeşi vefat etmişti… Otobüse
bindi… Sıladan gurbete yola çıktı. Belki gurbetten sılayaydı,
buna tam karar veremedi… Bir ara, gerçek yol
culuk eve doğru olandır diye aklından geçirdi. Bundan
sonrası ağlamak, ağlamak… Anmak ve ağlamak…

Not’Kitap Satış sitelerinden, Nadir Kitap’tan alabilirsiniz

Yorum bırakın